11 Mayıs 2008 Pazar

sessiz çığlık

"Filistin'e yapılan saldırıları kınıyorum." şeklinde başlıyor son zamanlardaki yorumlar. Ben de kınıyorum şüphesiz. İsrailoğulları binlerce yıllık ülkülerini gerçekleştirmek amacıyla Ortadoğu'da kan dökmeye devam ediyor ve bizler (aciz Müslümanlar) onları izleyerek sıranın bize gelip gelmeyeceğini merak ediyoruz.

Peki, bir şey dikkatimizi çekmiyor mu? Kendimiz için "aciz Müslümanlar" ifadesini kullandım ve "cuk" diye yerine oturdu bu ifade. Peki, neden bu kelime bizi nitelemeye kâfi geldi? Acziyet bizde mi, dinimizde mi? Özellikle İslam dininin sosyal hayata yansımalarının tartışıldığı ve geri kalmışlığımıza sebep olduğu ileri sürülürken... Peki, geri kalmışlığımızın sebebi din midir? Dinler, geri kalmışlığa sebep olabilir mi? Avrupa geri kalmışlığını dinini ligthleştirerek (laytlaştırarak) mı bertaraf etti?

Acziyet tabii ki bizde. Osmanlı süper güç olduğunda Müslüman değil miydi? Elbette Müslüman’dı. Kaldı ki bizim dinimiz "Oku!" ayetiyle inmeye başlamış ve ilmi Müslümanlara farz kılmış bir dindir. Osmanlı'nın duraklama dönemine baktığımızda dinin değil, dini eğitimin de verildiği bir kurumun bozulmasının bir devleti yıkılışa götürdüğünü görürüz.
Dini yaşantısını değiştirerek ve dini uygulamaları yumuşatarak kalkınmaya geçen Avrupa'yı model göstererek geri kalmışlığımızı dine bağlamamız yanlıştır. Çünkü bize verilen Avrupa örneğinde skolâstik düşüncenin etkisi altında ezilmiş bir medeniyet, düşünce va yaşayışında değişiklikler yaparak önündeki engelleri kaldırmış ve kalkınmaya geçmiştir. Buna itirazımız yok elbette. Ancak unuttuğumuz bir gerçek var: Hak dinler iki grupta inceleniyor: Birincisi muharref dinler(Yahudilik ve Hıristiyanlık), ikincisi muharref olmayan(bozulmamış) dindir. O da şüphesiz ki İslamiyet’tir. Bu bakımdan konuya yaklaşırsak, Hıristiyan âleminin yaşamış olduğu inançlar dizgesi, insan eliyle düzenlenmiş ve inançtan çok bir ideoloji görünümüne bürünmüştü. Bu da onda birçok aksaklığı beraberinde getirmişti. Bu bakımdan Avrupa’nın, yaşayışını düzenlemek için bazı kurumlar (kilise, onun emrindeki engizisyon mahkemeleri) üzerinde birtakım düzenlemeler yapması normal bir olaydı. Çünkü dönemin kilisesi aklı, mantığı, bilimi hiçe sayıyordu. Avrupa’nın gelişmesi önündeki en büyük engel de işte buydu. Avrupalı hastalığı teşhis etti ve tedavi için ameliyat masasını kurdu. Orada kilisenin yetkilerini (urları) kesip atarak hastayı kurtardı.
Oysa İslamiyet akıl ve mantık dinidir. İslam dininde tefekkür etmek ibadet sayılmaktadır. Bu bakımdan İslam’ın aklı ve mantığı yok sayması mümkün değildir. Gerek ayetlerden, gerek hadislerden gerekse halifelerden ve İslam büyüklerinden ilmi ve tefekkürü tavsiye eden, cehaleti kötüleyen bir sürü telkin bizlere ulaşmıştır. Böyle bir dinin de insanları geriye götürmesi mümkün değildir.
Osmanlı’ya gelince: Osmanlı dini değerleri yüzünden değil, dini değerleri kişilere göre yorumlaması yüzünden duraklamaya ve hatta yıkılmaya gitti. Daha açık konuşmak gerekirse, dönemin eğitim kurumları olan medreseler( bugünkü üniversiteler) ulemalar tarafından şahsileştirilmiş ve bir nevi skolâstik sistem kurulmuştu. İşte Osmanlı’da neşter vurulması icap eden kurum medreselerdi. Bu olay da Atatürk tarafından yapıldı. Medreseler kapatılarak modern okullar açıldı ve sorun ortadan kalktı. Ancak aslında sorun ortadan kalkmadı, çünkü teşhis doğruydu ama ameliyat sırasında neşter biraz fazla kesmişti. Urlar temizlenirken sağa sola sıçramasın diye yanında yöresinde bulunan bazı parçalar da kesilmişti. Temelde bu tedavi belki de ileride kendini toparlar düşüncesiyle öyle yapılmıştı. Ancak Atatürk’ten sonra öyle gitmedi, aksine hazır yara açılmışken biraz daha keselim denildi ve neşter daha da derine sürüldü. Şimdilerde o hasta artık bazı organlarından yoksun duruma geldi. Ve biz hâlâ o organların tamamen alınmasının peşine düşmüşüz. O organlar alınırsa hasta iyileşir zannediyoruz. Teşhis doğru, tedavi ilk doktorda iyi ama sonraki doktorların elinde yaşatmaya değil öldürmeye yönelik.
Günümüzde İslam ülkelerinin geri kalmışlığının müsebbibi olarak dinimiz gösteriliyor. Müsebbib din değil, dini yorumlayıp yaşamaya çalışan insanlardır(yani Müslümanlardır.). Çünkü bizler tefekkürü kaybettik. Medreselerden kalma adetleri içimizde yaşattık. Bir kişiye biat edip onun söylediklerini düşünmedik, araştırmadık. Şu an çevremizde bir araştırma yapacak olsak o kadar çok asılsız hadis veya kıssa buluruz ki… oysa hiç araştırmayız doğru mu diye. Bu da bizi tembelleştirdi. Hazırcılığa itti, yobazlaştırdı. Çünkü araştırmak ve doğrusunu bulup yanlışları düzeltmek zor geldi. Onu yapmaktansa doğrulara karşı çıkarak inandığımız gibi devam etmek daha kolaydı. Direnmek daha kolay geldi açıkçası. Oysa bir hadis-i şerifte buyruluyor ki: bir yanlış gördüğünüzde elinizle düzeltin, elinizle düzeltemezseniz dilinizle düzeltin. Dilinizle de düzeltemezseniz kalbinizden buğz edin. Şüphesiz ki imanın en zayıf olduğu bu üçüncüsüdür.
Gelelim Yahudilere: Allah’ın lanetlediği kavim. Binlerce yıllık bir vaat edilmiş topraklar ülküsü çerçevesinde günümüze kadar bıkmadan, usanmadan mücadele verdiler. Bir sürü işkence gördüler, diri diri yakıldılar. Dünyanın çeşitli yerlerine dağıldılar ve bir araya gelmeye çalıştılar. Ortak bir hedef vardı: Kudüs. Oraya ulaşmak ve hayallerindeki büyük İsrail’i kurmak için çalıştılar. Her şeylerini feda ettiler. Dünyada çıkarmadıkları fitne, yapmadıkları kötülük kalmadı. En temiz insanlara iftira etti, en karaktersiz insanları allayıp pullayıp dürüstlük abidesi olarak dünya milletlerinin karşısına diktiler. Tüm haber alma sistemlerini yönetip insanları istedikleri yöne yönettiler. Her tarafa adam sokup her yerden haberdar oldular. Yeri geldi en dürüst tüccar oldu kendilerine güven sağladılar, yeri geldi en temiz kurum ve kuruluşların içerisine fitne fesat sokarak yıkılmasına sebep oldular. Dünya ticaretini ve siyasetini ellerinde bulundurdular. Hep güçlü oldular. Hedeflerine varmak için sürekli ileriyi planladılar. Yaptıkları planlara sadık kalarak işlerini aksatmadan yaptılar. Bugün de dünyayı yönetiyorlar, itiraz kabul etmeden.
Abdulhamid Han’ gelerek rüşvet karşılığında Kudüs’te küçük bir yurtluk istemediler mi? Tekliflerine karşılık: Kan ile alınan vatan parayla satılmaz! Cevabını alınca o padişaha iftiralar edip, gruplar kurarak onun üzerine yollamadılar mı? Onun canına kast ettirmediler mi Ermenileri? 50 sene öncesinden İsrail devletinin ileride kurulacağını ve kurulacağı yeri söylemediler mi? Tarihi gelince de dedikleri yerde, kurabilmek için Filistin’den parsel parsel toprak almak suretiyle, dedikleri devleti kurmadılar mı? Toplumlar içerisinde itibarlı insanlar hakkında çeşitli iftiralar atarak onları halkın gözünden düşürmeye çalışmadılar mı(Mevlana’ya atılan iftira, Nasrettin Hoca fıkraları, Namık Kemal fıkraları, Atatürk hakkında çıkarılan söylenti, fıkra ve iftiralar…) ? O millet bugün dünya siyasetini istediği gibi yönlendirmekte ve dünya devletlerini borçlandırarak sus pus etmediler mi? Dünyanın organlarını dünyaya satmadılar mı? Binlerce yıllık çalışma sonuçsuz mu kalacaktı? Elbette hayır! Kalmıyor da zaten. Bugün her tarafı bağlamış güçlü bir İsrail var karşımızda ve dilediği zulmü yapıyor ancak kimse ses çıkaramıyor. Çünkü herkes onlara gebe. Aklına esiyor, Filistin’e giriyor; aklına esiyor, Büyük Ortadoğu Projesi hazırlayarak vaat edilmiş topraklara ulaşabilmenin hesaplarını yapıyor. Yahudiler, Tanrı Yehova’nın İsrailoğulları dışındaki tüm insanları ve diğer canlıları İsrailoğulları’na hizmet etmek için yaratmış olduğunu düşündükleri için diğer insanların insanlığına inanmayan ve onları küçük, değersiz gören bir anlayışa sahipler. Bu yüzden bizlerin içini acıtan, ciğerimizi yakan o görüntüler İsrailliler için bir anlam ifade etmemektedir. Allah, başta Filistinli ve Lübnanlı olmak üzere, tüm Müslüman kardeşlerimize yardım etsin. Zira düşman zalim, düşman münafık, düşman tüm insanlığa düşman…

ömer faruk kızılkaya

8 Mayıs 2008 Perşembe

GenÇ BaYKuSLaR


Eğitim çok başarılı, çünkü yaparak- yaşayarak öğrenme modeli uygulanıyor. Kafamızdaki soru işaretleri üzerindeki sis dağılmaya başladı. Sağlıklı iletişim geliştirme hususunda oldukça başarılı bir ekipten eğitim almak memnuniyet verici. Dün sorduklarımızı bugün öğrenmiş olmak eğitimde gelinebilecek en güzel seviyelerden birisi... Formal eğitimdense informal eğitim anlayışının başarısını bir kere daha görmek bambaşka bir olay...tebrik ediyorum...